Thursday, April 10, 2008

hepsi o kırmızı rujun yüzünden

sıkılıp da okumamak üzere olduğunuz şey bütün organlarımdaki acı kadar gerçek ve pistir.

günlerdir doğru düzgün bi uyku uyumadım.

ve bu sabah 5te uyandım. uyandırdım kendimi. çalışiim diye. çalıştım da. ama bi noktada içtiğim kahve fazla gelmiş olmalı ki yerimde duramamaya başladım. kendimi mutfakta aslında çok depresif olan bi şarkıyı zıplayarak söylerken bulunca dedim ben gidim okulda çalışırım daha iyi dikkatimi toplarım. kavemi termosa doldurdum, kırmızı rujumu sürdüm morla olsun diye ve çıktım da. vardığımda saat 9buçuk filandı. mis. hava güzel bahçede oturim dedim. bu saatte kimse yok. bi süre sonra tuvalete gitmem icabetti tabi. çantayı topladım termosu da elime aldım yollandım. sonra geldim döndüm yerime, hala keyfim yerinde
ki
ben termosu çantaya ne zaman koymuştum?
amanallah.
o aşırı kafein zıpırlığının ve uykusuzluktan önünü görememe durumunda olmanın şahane birleşimiyle ben o kaveyi ne zaman çantama tıktığımı bilmez olmuşum. tabi tıkarken de naptımı bilmez ağzını doru düzgün kapamaz olmuşum.
arkeoloji kitabım.
bloknotum.
virginia woolf'un dışa yolculuk'u.
kalemkutum.
yeni aldığım silgi ve kalem ucu.
kraker paketi.
sakız kutusu.

mis gibi bir kahve banyosu.

hepsini olduğu gibi döktüm piknik masasının üstüne.
bu sırada okulun çomarlarından biri geldi, çantamı kokladı, beni kokladı devrildi yanıma yattı izledi durdu.
ben de ona bakıp halime bakıp gülerken bi kız yaklaştı yeditepede milyon tane yediğim bu ne ola ki bakışlarından birini atarak.
neyse ki konuşunca değişti.
şey,
dedim.
bişey sorabilir miyim?
mendilin yoktur heralde dimi?
çantamdaki kahve döküldü de.
var dedi.
önüme bi paket mendili bırakıverdi.
gitti az öteye oturdu.
sonra dönüp yetmediyse gidip daha almayı teklif etti.
oracıkta günün kahramanı ilan ettim onu.

yarım saatlik bir temizlik seansı.
bu arada zamana karşı yarıştığımı hatırlatabilir miyim? bi'buçuk saat sonra neredeyse hiç çalışmadığım bi sınavım var.


sonra kalktım son bi teşekkür ederek sınava.
hoca gelmek bilmez bilmez.
sonra geldi bi puseti arkasından sürükleyerekten.
en önde biz vardık yabımdaki arkadaşım ve ben, içinde bebek göremedik.
dedik heralde birine bıraktı bebeği, puset onda kaldı.
kadın kağıtları dağıtmaya ve açıklamalar yapmaya başladı.
ve puset ses çıkardı.
sonrası dayanamayıp bebeği görmeye teker teker kalkan bizler ve çareyi minik lara'yı kucağına alıp herkese göstermekte bulan bir rula. yandaki şımarık kızın (bi gün suratına yumruğu yiycek ah) paparazivari bir tavırla bebeğin fotorafını çekmeye çalışması ve rulanın celebrityvari bir tavırla bebeğin yüzünü saklaması, bir yandan da sınavınızı yapın, zaman kaybediyorsunuz demesi ve sınav kağıdına bakıp içinde olduğu durumu anlayamayan bi ben.
sınava başladım harıl harıl yazıyorum da sınavın ortasında.
midemin ortasında bi yumruk.
o içtiğim termos termos kahveler.
bir ağrı bir sancı.
hocaya bakıp dudaklarımla may i go to the bathroom dedim sessizce.
kafa salladı.
neyse bu da bitti.
saat 2 filan olmuş,
acilen saneme koşmak lazım.
çünkü birazdan sempozyum başlıcak.
hani salı günü bizim zorunlu olarak çalışacağımızı söyledikleri sempozyum.
benim ilgilenmem gereken hocanın telefonu yok iletişim listesinde.
gittim aldım.
sonra çıktık bizim düüğün salonuna.
bi sade tost, bi çay bi gazoz, tuvalete bikaç yolculuk, biraz daha iyi hissettim neyse.
kadını aradım bugün gelmicekmiş.

saat 3 oldu kalktık toplantıya indik. yaka kartlarımızı verip naşladılar bizi.
bi saat sonra gelin.
napalım dedik gittik arkadaşlarla çimlerde oturmaya.
tam oturucam.

ölü bir kertenkele.

ölü kertenkele görmüş ben.
dedim.
anlayan birini bulamadım.
dila burda olsaydı dedim.

geçti bi saat.

sonra.
o kaçınılmaz
o... o... o...
o şey geldi.
sempozyumun açılış konferansı.
3saat.

öss bile daha eğlenceliydi.

hatta düşünüyorum da, öss bayaaa bi eğlenceliymiş canım.

bedrettin dalan desem? eve geldim annem kaç pot kırdığını saysaydın dedi.
sayamazdım anne dedim adam neredeyse ağzını açmadan pot kıracak.
bi de böyle böyle olmayacaksanız bu mesleği bırakın.
dedi.
eğer antropolojiyi ilk defa duyuyo olsam onun dediği şeyden,
pardon ben yanlış gelmişim diyip çıkar giderdim.
şimdi tabi,
inadım inat.
yine de çok zor.
böyle bi adam.
böyle bi mantık.
ağlamaya başladım bi ara. sonra sabah okuduğum dün lambdaistanbul'a olan baskına dair haber geldi aklıma. salya sümük oluyodum neredeyse.

sonra ödül verilen pek saygın bir amca bedroştan sonra gelmesiyle artık türk ve biz sözcüklerinden nefret ettirecek konuşmasını yaparken akide hocamız
geldi
boyundan büyük mikrofonu tam leydilere yakışır bi şekilde kendine doğru çevirdi ve
evet t. beyin pazar günü konferansı var kendisini uzun uzun dinleyeceğiz inşallah dedi.
aman tanrım bir insanın sözü bu kadar zarif kesilebilirdi.
o an anladım neden o kadının bölüm başkanı olduğunu.

bu arada bütün bunlar olurken karnımdaki ağrı geri döndü,
konferans başlamadan önce sol dizimde başlayan ağrı önce sağa sıçradı sonra da kasıklarıma kadar yayıldı.
bedensel ve ruhsal işkencede olduğumu düşündüm.
kendimi kirlenmiş hissettim.
eve geldim duş aldım.
hala ıslak saçlarım.

ama

her düşündüğüne çok değer verdiğim biri kırmızı rujuma iltifat etti
ve
bir diğeri...

1 comment:

  1. o la la.

    aslında düşünürsen.
    days from hell are much more fun.
    - in the long run -

    gömseydin.

    kuyruğu var mıydı ?

    ReplyDelete